Dizi yorumuma geçmeden önce bu diziyi izlemeye nasıl başladığımdan bahsetmek istiyorum. “Yemek yerken bir dizi açık kalsın, sonra izlemem belki ama şimdilik beni oyalasın.” amacıyla dizi arayışına girdim. Tek derdim yemek yerken dizi izleyebilmekti. Karşıma da bu dizi çıkınca “İyi bari açayım.” dedim ve aşık oldum. Bu kadar seveceğimi aklımın ucundan geçirmemiştim. Bu bana şunu düşündürdü. Bazen ihtimal vermediğimiz şeyler bize çok iyi gelebiliyor. Bazen listemizde olmayan bir diziyi izleyince mutlu olduğumuz gibi planlamadığımız ama bir şekilde yaşadığımız herhangi bir şey de bizi çok mutlu edebiliyor. Bu vesileyle tahmin etmediğimiz, hayalini bile kurmadığımız şeyler bizi çok mutlu etsin demek istiyorum. Anneannemin “Ummadığın yerden mutlu ol.” diye bir duası vardır. Ben de anneannemden alıntı yaparak ummadığınız yerden sevinin ve bereketlenin diyor dizi yorumuma geçiyorum.

YENİDEN BAŞLAYABİLSEYDİM HAYATA…

Hayatınızın tepetaklak gittiğini, her şeyin üst üste geldiğini düşünün. Ve bu durumu tek bir şeye bağlıyorsunuz. Üzüntüden delirecek gibi hissetmenizin sebebini tek bir tercihinize bağlıyorsunuz ve o tercihinizi değiştirmeyi başarırsanız tüm hayatınız olumlu yönde değişecek gibi hissediyorsunuz. Bunu istiyorsunuz. Ve sonunda bu isteğiniz gerçekleşiyor. İlk tercihinizi değiştirme şansını elde ediyorsunuz. Ne yapardınız? 

Evet, bu dizide de tepetaklak olmuş bir hayat var ve sebebi mutsuz evlilik. Her iki taraf da “Eğer onunla evlenmeseydim her şey daha farklı olabilirdi. Daha mutlu olabilirdim.” diye düşünüyor. Kader de onlara ‘E öyle mi? Hadi bakalım tanıştığınız döneme gidin. Birbirinizden kaçıp başkalarıyla beraber olmayı deneyin, bakalım neler olacak?’ diyor ve maceramız başlıyor.

“Romantik diziler hep düğünle biter ve bu, mutlu sonu simgeler. Zorlukların üstesinden gelen ana karakterler için evlilik, aşklarının meyvesi ve varış noktasıdır. Önlerinde sadece mutluluk olan ana karakterlerimiz iyi şans kapısını açar ve sonsuza dek mutlu yaşar. Peki gerçekten romantik dizimizin ana karakterleri sonsuza dek mutlu yaşadı mı?”

Bazı ilişkiler vardır, sonu bellidir. Üzüleceğinizi bilirsiniz. Üzüleceğinize dair bir sürü işaret verir hayat size fakat siz bunu umursamaz yine de yürürsünüz. Sonunu bile bile yürürsünüz. Ve her şey bittiğinde, duygularınızdan arındığınızda “Böyle olacağı belliydi.” aydınlanmasını yaşarsınız.

Bazı ilişkiler de tamamen aşk doludur. Başladığında sonsuza dek süreceğini hissedersiniz. Hayat size olumlu işaretler verir hep, siz de büyük bir inançla yürürsünüz. Fakat sonra kendi hatalarınızın bedeli olarak hiç hayal ettiğiniz gibi bir ilişki yaşamaz ve acıklı sona ulaşırsınız. İşte çiftimiz bu kategoriye giriyor. Birbirlerini seven, ilişkilerine de evliliklerine de aşkla başlayan ama hayatın getirdiği zorluklarla baş etmeye çalışırken doğru iletişimden uzaklaşıp hem kendilerine hem de ilişkilerine zarar veren bir çift var dizide. Kendi hayatlarını değiştirmek için geçmişe gidiyorlar ama geçmişe gittiklerinde anlıyorlar ki önemli olan geçmişteki o anı değiştirmek değil; geçmişi, geçmiş duyguları hatırlayıp kendilerini değiştirmek.

Tabii önce birbirlerinden kaçıyorlar. Ma Jin Joo’nun derdi zamanında kendisinden hoşlanan zengin, yakışıklı çocuğu bulup onunla olmak. Choi Ban Do’nun istediği de pek farklı değil tabii. O da ilk aşkını bulup onunla bir hayat kurmak istiyor. Peki bunu yapabilecekler mi yoksa yine birbirlerine mi çekilecekler?

İLK AŞK MESELESİ

“Bir insanın ilk aşkı bu dünyadaki en heyecanlı, saf ve hakiki aşktır. Ama tanımı ve standardı anlamı kadar belirsizdir.”

İlk aşk demişken Ban Do’nun ayılığına değinmek istiyorum. Jin Joo’ya “Sen kimsenin ilk aşkı değilsin ama ben senin ilk aşkınım.” dediği bir sahne var. Ban Do seni dövebilsem keşke… Kızı o kadar kırıyor o kadar üzüyor ki kız hep kendi kendini ayağa kaldırmak zorunda kalıyor. Jin Joo’nun “Benim ilk aşkım yok. Sen benim ilk aşkım değilsin.” diye yanıt vermesi maalesef kalbimi kırıyor. Çünkü maalesef Ban Do onun ilk aşkı ve o Ban Do’nun ilk aşkı değil… Bu gerçek can yakıyor. Ve aslında kimsenin ilk aşkı olamamış olmak Jin Joo’yu üzüyor. Jin Joo üzülünce ben de üzülüyorum. O yüzden şu sahne beni hem çok duygulandırdı hem de çok mutlu etti. Sen Jeong Nam Gil’in ilk aşkısın Jin Joo.

Nam Gil karakterine hayran olduğumu buradan tekrar söylemek isterim. Bunu her an her saniye bıkmadan söyleyebilirim… Bu karaktere hayran olmayacaksak hangi karaktere hayran olacağız zaten? Yakışıklılığı bir yana yaşından çok daha olgun bir karakterdi Nam Gil. Çok da güzel seviyordu. Sevdiğine saygılıydı, sevgi doluydu, sevdiğini yüceltmesini, sevdiği için çabalamasını biliyordu. Çok da güzel bakıyordu. Nam Gil sen bana gel canım.

Eğer geçmişe dönme gibi bir olayımız olmasaydı kesinlikle tarafım belliydi (tabii ki de Nam Gil) ama maalesef olay o kadar basit değil. Hep derim sizi küçümsemeyen, size değer veren, sizi yücelten tarafı seçin diye. Ama bunu geçmişe döndüğünüzde yapmak o kadar kolay değil. 14 senelik bir evlilik var. Onun öncesinde 4 yıllık sevgililik dönemi var. Ve hâlâ öyle ya da böyle kalbinizde olan biri var. Yaşadıklarınızı silip atmış değilsiniz. Onlar hem zihninizde hem de kalbinizde duruyor ve en önemlisi bir çocuğunuz var. Belki sizi bekliyor, belki sizi özlüyor…

Seo Jin Ne Olacak?

Arkada bıraktıkları çocuklarına odaklandığımız sahneler beni gerçekten çok etkiledi. Özellikle Jin Joo’nun çocuğunu düşündüğü, çocuğu için ağladığı, çocuğunu özlediği sahneler benim için çok etkileyiciydi.

Ben geçmişteyim ama o nerede? O ne yapıyor şimdi? Anne diye ağlıyor mudur acaba?

Çocuğunuzdan nasıl vazgeçebilirsiniz? 

Bazen dilek dilerken önünü arkasını düşünmüyoruz. Jin Joo’nun dileği de böyle. Çocuğunu hesaba katmadan geçmişe dönmek istedi. Ama geçmişe döndüğünde de tek umursadığı çocuğu oldu. O ne olacaktı? Bunu gözümüze soktukları ilk sahne beni o kadar ağlattı ki… Artık aklıma gelince bile ağlıyorum. Ağlamam için sahneyi izlememe gerek yok yani. Öyle bir sahne işte. 

“Hayatımın mahvolma sebebi sensin! Ama Seo Jin ne olacak? Seo Jin! Seo Jin ne olacak?”

O ana kadar Ban Do’nun bunu düşünmemesi peki… Erkekler deyip geçiyorum. Bazen bazı şeyleri kadınların yüzlerine vurması gerekiyor.

O yüzden Jin Joo’nun Nam Gil’le olmamasını, kendine yeni bir hayat kurmamasını anladım. Yeni bir hayat kurmak için değil, var olan hayatını güzelleştirebilmek için dönmüştü geçmişe. Yine de Nam Gil’den etkilenmemek de büyük irade ister -ki Jin Joo kaç yaşında hissederse hissetsin Nam Gil’den etkilendi. Çok da iyi oldu. Ban Do ayısı kızı o kadar çok küçümsüyordu ki sanki Jin Joo sevilmeye layık değilmiş de kendisi severek lütufta bulunmuş gibi… Asıl Jin Joo seni sevdiği için şanslısın da neyse…

Gerçi Jin Joo’nun Nam Gil’den etkilenme itirafı şu şekildeydi:

“Bu velet için neden kalbim çarpıyor?”

Geçmişe döndüklerinde sürekli gözümüze soktukları bir şey vardı. O da zihinlerinin yetişkin olduğu. Genç bedende olsalar da genç olmadıklarının bilincindelerdi. Bu da aslında aşk üçgenini daha başlamadan bitiriyordu. Bu hem Jin Joo hem de Ban Do için geçerli. İkisi de bir yetişkin edasıyla hareket ettiği için başkalarıyla ilişki kurmaları pek mümkün değildi maalesef. Karşılarındaki insana bir anne/baba olarak yaklaşıyorlardı hep… Ban Do umurumda değil de Jin Joo o şekilde yaklaşmasaydı keşke.

Şu temasları ve Nam Gil’in muhteşem karakterini izleyince Jin Joo’nun yerine geçip farklı bir tercihte bulunmak istiyor insan 🙂

Peki “Seni istiyorum.” dediği sahne… Şu bakışın güzelliğine tekrar ve tekrar bakın lütfen…

Dediğim gibi Nam Gil çok güzel seven, aşkının peşinden giden muhteşem bir karakterdi. İkinci erkek sendromu böyle karakterler için olmalı, sevmesini bilmeyen erkekler için değil. Yine de benim için sendrom olmadı tabii çünkü onunla ben evleneceğim!!! Kaç yaşına gelirsem geleyim yakışıklı k-drama erkeklerine olan sevdam bitmeyecek bence. Bunları izlerken ergen bir kıza dönüşüyorum her seferinde. Onunla evleneceğim demem çok saçma mesela, farkındayım ama bir yandan da asla pişman değilim. K-drama izlemek derinden sarsıyor beni 🙂

Ban Do’nun Jin Joo’ya Tekrar Aşık Oluşu

Bana “En çok izlemeyi sevdiğin şey ne?” diye sorsanız erkeklerin kadınların peşinden koşması derim… Kesinlikle kadınlar için gösterilen çabayı izlemeyi çok seviyorum. Çoğunluğun aksine aşk üçgeni izlemeyi de severim ben. Çünkü erkeklerin kadın için gösterdiği bir çaba vardır. Ama üçgenin dozu da önemli tabii. Buradaki doz da gayet güzeldi. Ban Do’nun Jin Joo’ya tekrar aşık oluşunu görmemize vesile olan bir üçgen vardı -ki bu da gayet hoştu. 

Kıskanmasa aklı başına gelir miydi, bilemiyorum tabii. Neyse zaten insan sevmediğini niye kıskansın diyor ve bu durumu umursamıyorum. Hâlâ Jin Joo’yu sevdiğini farkına vardı sonuç olarak ve bunu izlemek de çok keyifli oldu. 

Jin Joo’ya gelecek olursak kızımız zaten Ban Do’yu seviyordu maalesef…

Kadınlarla erkeklerin kalbinin farklı işlediğini düşünüyorum. Bir kadın bir erkeği kalbine aldıysa onu oradan çıkarabilmesi çok da kolay olmuyor. İmkansız demiyorum, sakın yanlış anlaşılmasın. Yanlış insanları çıkarın kalbinizden gitsin. Ama erkekler bunu daha kolay yapabiliyor bence, böyle düşünüyorum. O yüzden Jin Joo Ban Do’yu 18 yıl boyunca öyle çok sevmişti ki kalbinden çıkarabilmesi hiç kolay değildi. Ban Do’ya çok öfkeliydi, evet ama insan sevmediği birine o kadar çok öfkelenmez zaten. Öfkesi ile sevgisi doğru orantılıydı yani. Ah Jin Joo’m… Üzümlü kekim…

Geçmişte yaşamaya devam ettikçe Jin Joo’nun öfkesi hüzne dönüştü ve bu da iletişim probleminin yavaş yavaş ortadan kalkmasını sağladı. Çünkü Ban Do kendisine öfkeyle gelinince söylenenleri adeta duymuyor, hemen savunmaya geçiyordu. Ama karısının hüznünü görünce onu anlamaya çalıştı ve bu da düğümlerin yavaş yavaş çözülmesini sağladı.

Düğümler Çözülüyor

-Dün bir şey olduğu için seni aradım ama ne bekliyordum ki?

+Ne demek istiyorsun?

+Yani diyorum ki… Sana ihtiyacım olduğunda hiç yanımda olmadın ki zaten.

Ban Do, Jin Joo’nun neden bahsettiğini o an anlamadı. Çok da sorgulamadı aslında. Fakat daha sonra taşlar yerine oturunca kendini sorgulamayı başardı. Jin Joo’ya zarar vermek isteyen adama şiddet gösterdiği ana şahit olduk. Fakat bu öfke daha çok kendisineydi -ki daha sonra öfkesinin kendisine yöneldiğini de gördük zaten.

Bu ilişkide en çok hata yapan taraf Ban Do’ydu. Pozitif ayrımcılık yapmıyorum ama cidden öyleydi. Jin Joo ile Ban Do’nun ortak bir hatası vardı, o da birbirlerini küçümsemek. Fakat ben Jin Joo’nun bu hatasını Ban Do’ya karşılık olarak görüyorum. Sen küçümsersen ben de küçümserim gibiydi daha çok. Yine de büyük bir yanlıştı tabii. Fakat evlilik yıldönümlerini unutmaktan tutun annesini son bir defa görebilmek için Ban Do’ya “Hemen gel.” demesine rağmen Ban Do’nun sanki karısı böyle bir istekte bulunmamış gibi lakayt davranmasına kadar sinir bozucu bir adam vardı karşımızda.

Zaten annenin ölümü sonrası yüzleşmemeleri bu ilişkiyi mahvediyor. İki taraf da hiçbir şey olmamış gibi davranarak birbirlerine zarar veriyor aslında. Sakındığınız çöpe göz batar ya, o misal. İlişkilerine zarar vermemek adına kaçtıkları yüzleşme ilişkilerinin bitmesinin başlangıcı oluyor maalesef. Çok önceden yapılması gereken o yüzleşme ancak geçmişe döndüklerinde gerçekleşebiliyor. Ve o yüzleşmenin gerçekleşmesi birbirlerine olan aşklarını tekrar su yüzüne çıkarıyor. Öfkeden uzak, anlayışa yakın muhteşem bir yüzleşme sahnesi izletiyorlar bize. O yüzden o muhteşem yüzleşme sahnesini hemen bırakıyorum buraya.

Ben Beni Korumanı İstemedim ki… Sadece Yanımda Olmanı İstedim.

-Haklıydın. Bana ihtiyacın olduğunda hiç yanında olmadım. Yanında olup seni koruduğumu sanıyordum ama neden mutsuz olduğunu şimdi anlıyorum.

+Ben beni korumanı istemedim ki. Sadece yanımda olmanı istedim. Geçimimizi sağlamaktan çok benimle yaşamayı denemeliydin. Ben ağladığımda benimle birlikte ağlayıp, benimle birlikte üzülmeliydin.

Üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin kalbim unutmayı reddediyor. Senin suçun olmadığını biliyorum. Durumun kaçınılmaz olduğunu biliyorum. O yüzden sana ne zaman kin duymak istesem bunu bastırdım ve kendimi tuttum. Peki sen neden sorun yokmuş gibi davrandın? Üzüntüm gereksizmiş gibi hissettim. Neden her şey senin için önemsizdi? İşte o zaman işler kötüye gitmeye başladı. Neden bana bakmadın? Neden bana sarılmadın? Niye benimle ağlamadın?

-Seni gülümsetmek istedim. Sana ve anneme karşı çok suçlu hissettim. Hiçbir şey yapamadım. O zamanlar tek yapabileceğim şeyin bu olduğu sandım. Seni ağlatmak istemedim. Seni gülümsetmek istedim. Hepsi bu.

+Bu konuşmayı yapmamız çok uzun sürdü…

Jin Joo ve Annesi

Yeri gelmişken bu kadına hayran olduğumu da dile getireyim. Bir sahnede kızına bakıyordu ve bu yüzden gözlerim doldu, kendimi ağlamamak için zor tuttum. Sahnede replik falan yoktu. Sadece tek bir bakış vardı ve bu gözlerimin dolması için yeterli oldu. Bir oyuncu bakışıyla oynayabiliyorsa işte o gerçek bir oyuncudur benim gözümde. Dolayısıyla Kim Mi Kyung çok iyi bir oyuncu. Çok ama çok başarılı buluyorum.

Onun dışında Jin Joo’nun annesiyle olan iletişimi de çok duygulandırdı beni. Aslında hiçbir anımızın garanti olmadığını biliyoruz ama yine de her şey hep aynı gidecekmiş gibi yaşıyoruz. Özellikle gençken ailemiz hep bizimle kalacakmış gibi düşünüyoruz. Aslında bir yanımız bunun böyle olmayacağını da biliyor ama zihin bunu düşünmeyi mi reddediyor acaba, bilemiyorum… Sonuç olarak umursamıyoruz. Kırıcı olabiliyoruz. 

Tabii Jin Joo gelecekten geldiği için bunu fazlasıyla umursuyor ve annesinin dizinin dibinden ayrılmıyor. Annesi de o kadar muhteşem bir kadın ki kızının yaşadığı şey anlam veremediği bir şey de olsa ona aşırı destek oluyor… Çok güzel işlemişlerdi anne-kız ilişkisini. Özellikle Jin Joo’nun annesiyle vedalaştığı sahnedeki diyalog hüngür hüngür ağlatma potansiyeline sahip.

-Ağlamana gerek yok. Zamanla bütün hüzün körelir. Daha güçlü olacaksın. Bu kaçınılmaz.

+Ben daha güçlü değilim. Olmuyor. Bu hüzün körelmiyor. Hâlâ üzgünüm. Seni çok özlüyorum. Nasıl körelebilir ki?

-Çocuğunu büyütürken o da olur. Hepsi olur.

Kadın ne kadar ömrü kaldığını öğrendi. Bunu kabullenebildi mi kabullenemedi mi, korktu mu, ağladı mı, sevdikleriyle sınırlı vakti kaldığını bilmek ona ne hissettirdi, bilmiyoruz. Çünkü bu duyguları paylaşabileceği tek kişi kızıydı. Çünkü bir tek kızı anlayabilirdi. Gidip eşine söylemeye kalksa deli olarak algılanabilirdi. Ne diyecekti? “Jin Joo gelecekten gelmiş, şu kadar ömrüm kalmış.” Böyle mi söyleyecekti? Kadını kim teselli edecekti? Kim teselli edebilirdi? Büyük ihtimalle kimseden teselli beklemedi, bunu düşünmedi bile. Çünkü teselli etmesi gereken, kocaman sarılması gereken bir kızı vardı. Kendi derdini değil, canından bir parça olan kızının derdini düşündü. Annelik işte…

Neyse ki Jin Joo annesine veda etme şansı buldu. Ban Do’nun hatası bir şekilde telafi edildi diyebiliriz yani. Yine şanslınız Ban Do Bey… 

VE KIRILMA NOKTASI

Kaza sahnesi aşk üçgeninin kırılma noktasıydı. Bir çocuğa zarar gelme korkusuyla arabaların önüne atlayan Jin Joo ve bunu görür görmez hem çocuğu hem de Jin Joo’yu korumak için onları yoldan çekip kendi zarar gören Ban Do… Ve tüm bu olanları şaşkınlıkla izleyen bebek Nam Gil… Bebek diyorum, gerçekten bebek. Aslında başından beri kazanma şansı yoktu. Çünkü Jin Joo ruhen genç değildi ki. Yaşlı kadın bilinciyle geçmişteydi. Ve bunu da sık sık gözümüze soktular. Ama bu sahne ekstra olarak bir şeyi daha gözümüze sokuyor. 

Ban Do’nun gözü karısından ve çocuğundan başka hiçbir şey görmeyecek duruma gelmiş sonunda. 

Bundan sonrası hızla gelişiyor zaten ve en sonunda günümüze dönüp birbirlerinin değerlerini biliyorlar. Mutlu son değil, mutlu başlangıç diyelim.

Peki geçmişe gitmeleri neleri değiştirdi?

  1. Kendi hayatlarını, kendi ilişkilerini olumlu yönde değiştirdiler. En önemlisi bu.
  2. Chun Seol’un okula devam etmesini sağladılar. Öyle ki kitap bile yazdı. Tebrikler!!! Ayrıca Chun Seol’un Ban Do’ya olan öfkesi kalp ben.
  3. Jin Joo, kimseye güvenmeyen, hayatına kimseyi almayan Nam Gil’in hem ailesiyle ilişkisini düzeltti hem de biriyle yuva kurup çocuk sahibi olmasına vesile oldu. Nam Gil’in hayatına dokundu. En çok bu mutlu ediyor beni. Ah canım Nam Gil…
  4. Ban Do, ailesinin zengin olmasını sağladı.
  5. Şeref yoksunu doktorun hayatının mahvolmasını ve doktorun eşinin (e tabii artık eşi değil) doğru kişiyi bulup mutlu olmasını sağladılar. 

E daha ne olsun? İyi ki ilişkilerinde çıkmaza girmişler de geçmişe gitmişler diyor insan…

BİRAZ DA REPLİK

“Tadını çıkaramadan biten gençliğimiz bumerang gibi daha tutkulu ve hırslı bir şekilde bize geri geldi.”

Bu repliğin hemen devamında Jin Joo’nun attığı bir kaktüs görüyoruz. Jin Joo’nun annesi geri getirmiş. Babası da “Jin Joo onu atmıştı, neden geri getirdin?” diyor. Bunun üzerine annesi diyor ki “Henüz ölmedi, onu canlandırabilirim.”

Buradan hareketle henüz ölmediniz demek istiyorum ben de. Hâlâ yaşıyorsunuz, hâlâ umut var. Burada fantastik bir şekilde gençliklerine geri döndüklerine şahit olsak da aslında gençliğiniz, gençliğinizdeki siz içinizde bir yerlerde. Belki o günlere dönemezsiniz evet ama o günlerdeki coşkunuzu ortaya çıkarabilirsiniz. Hâlâ canlanabilirsiniz. Yaşama sevincinizi içinizde bir yerde hâlâ bulabilirsiniz. Yeter ki doğru şeyler için doğru şekilde çabalayın, çabalayalım…

“Gençlerin göğsünde kalp denilen devasa bir şey yaşar. Yerli yersiz gürültüyle çarparak onları utandırır. Bizi hiçbir şey yapamayan korkaklara dönüştürür. Ancak kalplerimizi kontrol edebilecek yetişkinlere dönüştüğümüzde o aptal kalp çarpmayı bırakır. Sertleşip öldü mü? Yaşıyor mu? Bunu idrak edemeyeceğim kadar derine saklandı.”

Gençken yaşama sevincimiz ve umudumuz üst seviyede olur genelde. O yüzden de her kalp çarpıntımızı hissederek yaşarız. Ama büyürken bazen çevremizin yönlendirmesiyle bazen tamamen kendi yanlış seçimlerimizle mutsuz bir hayat yaşamaya başlayabiliriz. Yaşama sevincimiz köreldikçe kalp çarpıntısını hissetmez, hissetsek bile umursamayız. Kalbimiz çarpmayı bırakmaz aslında. Biz onu dinlemeyi bırakırız sadece. Verdiğimiz kararlar kalple olmayınca kalbimize sağır olur gelişigüzel bir hayat yaşarız. O yüzden dilerim ki hep kalbinizi dinlemeniz bir yolunu bulursunuz. Öyle olunca o kalp hep konuşuyor, iyi ki de konuşuyor. Hayat onunla güzel. 

“Birini kandırmaya çalıştığınızda o kişiyi kandırdığınızdan yüzde yüz eminseniz o kişinin size aşık olma ihtimali çok yüksektir. O kişi yalanlarınızı göremediği için size kanmamıştır. Size aşık olduğu için yalanlarınızı görmemeyi tercih etmiştir.”

Bu sahnede çok duygulandım. Aptal yerine koyduğunuz o kişi aptal olmuyor genelde, size aşık olduğu için aptalı oynuyor. Sizi kaybetmektense aptal olmayı tercih ediyor. İşte kimse bir başkasını kendini ikinci plana atacak kadar sevmemeli. Çok üzücü bir sahneydi…

“Belki de aşkımız bitmemişti. Gerçek ve yalanlar arasında sıkışıp kalan duygularımızı görmek için bir dakika bile ayıramamıştık.”

“Bazen bazı durumlar yüzünden hiç kimsenin suçu yokken insanların arasında uçurum açılabilir. Zamanla düzeleceğine inanıp görmezden gelerek daha kötü olmasına izin vermemeliydik. Belki de her şeyi tek tek çözmeye çalışmalıydık.”

“Şu an bildiklerimizi o zaman bilseydik şu anda burada olmamamız gerekmez miydi?”

Bu replikler dizinin özeti aslında. İletişimsizlik o aşk dolu ilişkiyi mahvediyor. Go Back Couple ilişkide iletişimin ve saygının önemini en iyi anlatan dizilerin başında geliyor benim için. 

“Gençliğin hayal ve tutku denen güçlü silahları olabilir. Ama bizim ne ile karşı karşıya olursak olalım her seferinde zafer kazandıran bir şeyimiz var.”

 Zafer kazandıran o şeyin ne olduğunu söylemiyorlar ama gösteriyorlar. Bu sahne de aşırı duygusal sahnelerden biri. Ailenin önemini o kadar güzel bir şekilde vurguluyorlar ki… Ailenin değerini bilmek en büyük zafer değil de nedir? Çevremizde gerçekten iyi ve bizi seven insanların olması en büyük yaşama sevinci ve ödül bence. 

“Herkes aşık olabilir ama herkes sevgi gösteremez. Gerçek aşk kendini iyileştirmeden isteyebileceğin bir duygu değildir, demiş Erich Fromm. Gerçek aşkı tatmak istiyorsanız daha olgun bir insan olmak için çaba göstermelisiniz.”

Bu sahne çok kısa bir sahneydi aslında ama benim için o kadar anlamlıydı ki…

Dizideki her bir replik, her bir alıntı çok anlamlıydı. Kısa bir anda bile söylenilen bir sözün ya da herhangi bir bakışın etkisi çok başkaydı. Derinlerde bir yerlere dokunan bir diziydi benim için. Belki herkes için aynı etkiyi oluşturmaz ama bendeki yeri çok ayrı.

Bu replik de aynı şekilde çok anlamlı, çok etkileyici. Kendinizi değiştirmeden hayatınızın değişmesini bekleyemezsiniz. Ya da o özenilesi, muhteşem aşkı eğer siz doğru insan değilseniz bulamazsınız. Doğru kişiyi bulmak istiyorsanız önce siz doğru kişi olmalısınız. Sevgiyi yaşamak ile sevgiyi göstermek arasında çok büyük bir fark var ve bu farkı öğrenip öğrenmeme durumunuza göre yaşam kaliteniz değişiyor. Dilerim ki sevgiyi hem en doğru şekilde yaşar hem de en doğru şekilde gösterirsiniz…

“Sürekli mevcut olmalarına alışkın olduğumuz için kanıksadığımız şeyler vardır. Sevdiğim insanların nezaketi ve sahip olduğum mutluluk… Kıymetlerini bilemedim. Doğal karşıladım. Sadece kaybedince bir şeylerin kıymetini anlıyoruz. Hayatta hiçbir şey garanti değil. Birinin varlığı bile.”

Ban Do kısa bir yolculuk yapmış olabileceğimizi söyledi. Seyahatlere çıkma sebebimizin, sahip olduğumuz şeylere geri dönmek ve onların kıymetini bilmek olduğunu.”

Bazen bazı şeylerin kıymetini anlamamız için onu kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmamız gerekiyor galiba. Halbuki bu riskle karşı karşıya kalmadan da sahip olduğu şeylerin kıymetini bilmeli insan. Bu dizi buna da çok güzel vurgu yapıyor. Anın kıymetini bilmeli, sevdiklerimize, sevdiğimiz her şeye sahip çıkmalıyız.

“Dünya denen bu zorlu düşmanla savaşmamız gerektiğinde, tereddüt etmeden kalkıp sonsuza kadar birbirimizin yanında dururuz. Bu zalim dünyaya karşı sevgi dolu iki yoldaş olarak savaşırız.” 

Tüm sorun dünya için birbirimizle savaşmamızdan ileri geliyordur belki de… Halbuki insan sevdiğiyle değil sevdikleriyle beraber dünyaya karşı savaşmalı. Savaşmamız gereken kişiyi yanlış seçebiliyoruz bazen. Birbirimizle savaşmaktan asıl düşmanı göz ardı edebiliyoruz. Gerçekten sevginizi hak eden insanlarla beraber olup dünyaya karşı savaşmanız ve bu savaşı kazanmanız dileğiyle…

VE ARTIK SONA GELELİM

Böyle giderse ben bu dizi için bir roman yazacağım. Benim de böyle bir problemim var. Sevdiğim bir şey ile ilgili saatlerce konuşurum, susamam ve ne kadar konuşursam konuşayım asla yetmediğini düşünürüm. Bu dizi için de aynısı geçerli. Ne kadar çok yazarsam yazayım yeterli kalmadığını düşüneceğim. En iyisi artık burada bitirmek.

İzlediğim en anlamlı, en duygusal dizilerden biriydi şüphesiz. Aynı zamanda pek bahsetmedim ama kahkahalarla güldürdüğü sahneler de az değil. Hem güldüren hem ağlatan hem düşündüren, hayatı sorgulamanızı sağlayan hem de sevdiklerinize sımsıkı sarılma isteği uyandıran muhteşem bir diziydi. İzleyiniz, izlettiriniz efendim. Ve buraya kadar yazdıklarımın hepsini okuduysanız tebrikler ve teşekkürler! Umarım fantastik bir şey yaşamanıza gerek kalmadan sevdiklerinizin değerini bilirsiniz ve umarım onlar da sizin değerinizi çok iyi bilirler. Sevgiler <3

You may also like...

1 Comment

  1. […] olduğunu belli etmişti. Ya da Perfect Marriage Revenge. O diziye âşık oldum, biliyorsunuz. Go Back Couple var mesela… O dizi zaten benim evladım. O kadar çok seviyorum […]

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Travesti Eskort ,Pasif Travesti,istanbul Travesti, Beşiktaş Travesti, silivri Travesti, Halkali Travesti, Tuzla Travesti, Halkali Travesti, istanbul Travesti, istanbul Escort, Beylikdüzü Escort, Avcılar Escort, Gebze Escort, Üniversiteli Escort,balıketli Escort,zenci Escort,dominant Escort,Rus Escort,Rus Escortistanbul Escort, Beylikdüzü Escort, Avcılar Escort, Gebze Escort, Üniversiteli Escort,balıketli Escort,zenci Escort,dominant Escort,Rus Escort,Rus Escortankara eskort,ankara escort